top of page

İstanbul'un Fethi
Bizans Tarafı

Ben, Bizans İmparatorluğu'nun son hükümdarı, Konstantin XI Palaiologos. Tanrı'ın takdiriyle, 1449 yılında, kardeşim VIII. Yannis'in ölümü üzerine tahta çıktım. Bu şehir, Hristiyanlığın kalesi ve Bizans'ın başkenti olarak ayakta duruyordu. Bu şehir, Roma İmparatorluğu'nun mirasını taşıyordu. Bu şehir, benim şehrimdi. Ama artık değil. Osmanlılar, şehri kuşattılar. Toplarla surları dövdüler. Gemilerle Haliç'e girdiler. Askerlerle surları aştılar. Şehir, kan ve ateşle doldu. Kiliseler, camilere dönüştü. Halk, öldü veya esir edildi. Ben de, son bir umutla, savaşa katıldım. Ama nafileydi. Şehir, düştü. Ben de, düştüm. Cesedim, kayboldu. Ama ruhum, yaşayacak. Bu şehir, bir gün tekrar Hristiyan olacak. Ve ben de, geri döneceğim. Şehrin kuşatılması, 6 Nisan 1453'te başladı. Osmanlı padişahı II. Mehmed, 80 bin kişilik bir orduyla şehri karadan ve denizden çevirdi. Bizans'ın yanında, Venedik, Ceneviz, Papalık ve diğer Hristiyan devletlerden gelen 7 bin kadar gönüllü vardı. Şehrin surları, 5 kilometre uzunluğunda ve 12 
metre yüksekliğindeydi. Bu surlar, yüzyıllardır Bizans'ı korumuştu. Ama Osmanlılar, yeni bir silah getirmişlerdi. Bu silah, uzun toplardı. Bu toplar, surları yıkmak için kullanıldı. Her atışta, surlarda büyük gedikler açıldı. Biz de, surları tamir etmek ve savunmak için elimizden geleni yaptık. Ama Osmanlılar, sayıca çok üstündü. Her gün, yeni saldırılarla karşılaştık. Şehrin deniz tarafı, daha güvenliydi. Çünkü Bizans donanması, Haliç'i kontrol ediyordu. Osmanlılar, Haliç'e girmek için gemilerini karadan yürüttüler. Bu, çok akıllıca bir hareketti. Böylece, Bizans donanmasını tehdit ettiler. Biz de, zincirlerle Haliç'in girişini kapattık. Ama Osmanlılar, zincirleri kırmak için saldırdılar. Bizans donanması, Osmanlı donanmasına karşı koydu. Ama yeterli değildi. Osmanlılar, Haliç'e girdiler. Şehrin deniz tarafı da tehlikeye girdi. Şehrin içinde, moral bozuktu. Açlık, hastalık ve korku vardı. Halk, kiliselere sığınıyordu. Papazlar, dua ediyor ve mucize bekliyorlardı. Ben de, halka cesaret vermeye çalışıyordum. 
Ama içimde, umudum kalmamıştı. Osmanlılar, çok güçlüydü. Bizans, çok zayıftı. Şehrin düşeceğini biliyordum. Ama teslim olmayı reddediyordum. Çünkü bu şehir, benim şerefimdi. Bu şehir, benim vatanımdı. Bu şehir, benim hayatımdı. Son saldırı, 29 Mayıs 1453'te, sabah namazından sonra başladı. Osmanlılar, bütün güçleriyle surlara yüklendiler. Biz de, bütün gücümüzle karşı koyduk. Ama nafileydi. Surlarda bir gedik açıldı. Osmanlılar, şehre girdiler. Bizans askerleri, çaresizce savaştılar. Ama yenildiler. Osmanlılar, şehri yağmaladılar. Halk, katledildi veya esir alındı. Kiliseler, camilere çevrildi. Ayasofya, Osmanlı padişahının namaz kıldığı yer oldu. Ben de, son bir direniş göstermek için savaşa katıldım. Ama hayatımı kaybettim. Cesedim, asla bulunamadı. Bazıları, cesedimin tanınmaz hale geldiğini veya Osmanlılar tarafından parçalandığını söyledi. Bazıları ise, benim bir meleğe dönüştüğüme ve Ayasofya'nın duvarına girdiğime inandı. 
Bir gün, şehir tekrar Hristiyan olursa, geri döneceğime dair bir efsane anlattılar. Ama ben, geri dönemem. Çünkü ben, öldüm. Ama ruhum, yaşar. Bu şehir, bir gün tekrar Hristiyan olacak. Ve ben de, onların kalbinde yaşayacağım.

Yazar: Hüseyin Emre Eken

bottom of page